loader image

Sopayla Falaka

sopayla falaka Herhangi birinin yanına gitmiyorum. Elbette hala buluşmaya giderken çok heyecanlı olacağım. Efendim O benim. Gördüğüm an. O an ilkbaharın gelişi gibi. Bir de, Efendim’in bana baktığı an, gülümseyişim ve mutluluğum baştan ayağa ısıtıyor beni. Görüş alanımda diğer insanlar da var. Ancak benim gözüm ve ilgim yalnızca Efendim’de. Yaklaştıkça toz zerreleri gibi yok mu oluyorum. Yoksa ben, daha mı ben oluyorum. Tam çözemiyorum. İçim coşuyor. Dolup taşıyorum. Ama bugün sopayla falaka cezası çekeceğimi henüz bilmiyorum. İyi ki bilmiyormuşum.

Eti acıdıkça ruhu rahatlıyor

O gün her zamankinden fazla korkuyor, içimdeki huysuz küçük Elif. Yeni bir gün olarak değerlendirmez, kavuşmanın hakkını vermez, kendince kurar, korkar, lüzumsuz mevzularla aklını meşgul edip an’dan kendini soyutlar. kole Elif ise, ceza sırasında öyle sessiz durmak ister ki, dayanabildiği için değil. Cezasını hak ettiğinin bilincinde olduğunu Efendi’sinin bilmesini ister. Canı çok yansın, ama gık demesin. Eti acıdıkça ruhu rahatlıyor. Çoklu kişilik bozukluğu gibi gitgeller yaşıyorum.

İçeri girer girmez soyunmalıydım, unutmuşum. köle Efendi’sinin yanında giyinik kalamaz. Sert bir uyarıyla kapının yanına gidip soyundum. Sonra ojelerimi yerde oturarak yapmaya başladım. İlk önce koltuğa oturmuştum ama içim rahat etmedi yere indim. Hem Efendim ile sohbet ediyor hem de hazırlanıyordum. Efendim bana bakarken işim zordu. Aynı zamanda hızlı da olmalıydım. Zamanı harcamak istemiyordum. Bitirdim. köleyi köle gibi hissettiren vaziyette bekliyorum. Dizlerim üzerinde…

Küçük kamçı, cane sopası ve at kamçısı

Öncelerden cezalarımdan sonra yaptığım orospuluk görevimi bu defa görüşmenin ilk dakikalarında yapacaktım. Ne köleliğin ne de orospuluğun zamanı yoktur! Efendim’in, ağzımı sikmesi için olabildiğince açmıştım. Falakaya çekilmeden Efendim’i boşaltacaktım. Yani yorgun olmadığımdan çok zorlanmayacağımı sanıyordum. Ayaklarım dakikalar geçtikçe ağrıyor ve uyuşuyordu. Ah salak Elif, sopayla falaka olacağını bilseydin, böyle düşünmezdin. Duruşumu değiştirmem pek mümkün değildi. Elimi de kullanmam emredilmişti. Bu görevde pek becerikli sayılmazdım. Yapmak ve daha iyisini yapmak zorundaydım. Yerde halı olmaması kötüydü. Parkelerin ayaklarımı acıtması falaka açığını biraz da olsa kapatıyordu. Uzun bir zaman sonra Efendim boşaldı ve proteinler dudaklarımdan boğazıma, oradan da vücuduma aktı.

Sıra falakaya gelmişti. Korkak Elif hakim olmuştu yine düşüncelerime. Karabasan gibi üzerime çökmüştü bir huzursuzluk. Ayaktayım. Efendim, falakada bana ilk kez uygulayacağı malzemeleri tanıtıyordu. Uygulamalı olarak. Küçük kamçı, cane sopası ve at kamçısı. At kamçısı…

Köpeklerin oyuncağı olan bir ağızlık verildi

Hepsi elimde denenirken Elif’in ödü kopuyordu. Ağzından bunu kaldıramam dökülecek olursa köle onun arkasını nasıl toplardı bilemiyorum. köle ise heyecanlıydı. Özellikle kısa kamçı onu çok heyecanlandırmıştı. At kamçısını ayaklarına yiyecek kadar olduğu için mutluydu. koleliğe dair yaşanmamış hiçbir şey kalsın istemezdi.

Efendim koltuğu arkaya yatırdı. Ben de, sırt üstü ve bacaklarım havada olacak şekilde uzandım. Yüzümde maskem vardı. Gözlerim de bağlandı. Af ve merhamet için yalvarmam yasaklandığından, ağzıma köpeklerin oyuncağı olan bir ağızlık verildi. Ayaklarım bağlandı. Sımsıkı… Renkli bağlarla düğüm atıldıkça, acının rengi daha da belirginleşiyordu. Beni, zor bir şeyin beklediği belliydi. Gözlerim kapandı diye görme yetim elimden alınmıyor ki… Görmek isteyene illa göz lazım değil! Bu bağlar beni kısıtlamıyor ki… Rahatsız olduğum tüm gerçeklerimden, huzursuz eden hayattan ve diğer her şeyden beni çekip alıyor. Tüm işler, meşguliyetler, sorumluluklar, yapay üzüntü ve mutluluklar düğümlendi. En duru halimdeyim.

Sopayla falaka devam edecek

Kalbim hızlanıyor. Kısa kamçı sert. Tatlı tatlı ısırıyor ayağımın her yanını. İki Elif de çok sevdi bu kamçıyı. Böyle saatlerce falakaya çekilmek isterdik. Efendim, seri darbelerle ayağımı hazırladı. Isındığını hissediyordum. O, cane sopası! Eminim. Sopayla falaka devam edecek. Efendim elinde havayı kesen sesini duyuruyor bana. Elif hakim bedenime. İşte şimdi başlıyor diyor bir de. Hadsiz!

Videolarda görmüştüm. Bu sopanın karşısında kıvranan köleleri izlemiştim. Korkum merakımı engellemiyordu. Genel disiplinsizliğimin cezasını çekmeye başlıyordum. Esnekliğine aldanmışım. Acısı hiç kolay kabul edilecek cinsten değildi. Sopa sanki alevliydi. Yakıyordu ayağımı. Efendim, kölesini yakalamıştı bir kere. Falakanın hakkını veriyordu. Sopa benden iyi hizmet ediyordu sahibine. Ben, kendimi kontrol edemiyordum. Ağızlık ilk zamanlarda ağzımda bana çok kalın geliyordu. Ayaklarım acısından ısırdıkça inceliyordu. Falaka en baştan beri vardı. Bundan sonra da olacaktı. Bu kadar can derdine neden düştüm ki. Sızlanmam bir türlü bitmiyordu.

sopayla falaka galeri

49 fotoğraftan oluşan tüm galeriyi buradan satın al.


Efendim kemere dikenli tel sarsaydı bu kadar olurdu

Ayağımın altında tırtıklı bir şey ben geldim diyor. İç çekişimi hala anımsıyorum. Tanıyorum tabi hemen ne olduğunu. At kamçısı. Neredeyse boyum kadar. Kablonun kat ve kat üst versiyonu adeta. Efendim kemere dikenli tel sarsaydı bu kadar olurdu. Bir darbesini dahi sakin karşılayamadım. Elif kalksa mıydı, Efendisi’nin durmasını istese miydi? Bir işaret mi yapsaydı acaba? İşe yarar mıydı! Reddetmeye çalışıyordu acıyı ama kabul etse yarıya inecekti sızısı. Ağzındakine dişini geçirmekten başka yapabileceği ne vardı? Sıkacaktı dişini!

Onun bir tarafı köle. Haksızlık ediyordu köle yanına. Saygı göstermiyordu. köle Elif, içindekilerini ve aklındakilerini zihninde ortaya dökmüş muhakemesini yapıyordu. Her çığlık yanlışlarına isyandı. Her çırpınışı çaresizliğine tepkiydi. Çaresizlik sanıp yaptığım tembelliğime ne demeli ben bile bilemiyorum. Canım ayağımın derdine düşmüş, ruhum kalbimin derdinde. At kamçısı ayağımın altından dolanıp üstünü ve bacaklarımı acıtıyordu. Ateşten kor sıçraması gibi. Bir ara gözlerimi açtım. Bağlı olmasına rağmen. Çünkü sımsıkı kapatmıştım. Bağdan hafif bir gölge gözüküyordu. Efendim kamçıyı ayağıma indirmek üzere havaya kaldırmıştı. Kapattım gözümü. Korkuyla bekledim ve o acıyı da aldım. Bir daha da gözümü açmadım. Arada kamçıların değiştiğini fark ediyorum. Sopa ve at kamçısından sonra dinlendiriyordu beni küçük kamçı. Sakinleşip toparlanınca asıl kamçı çıkıyordu ortaya.

Ağlamaya başladım

Sona yaklaştığımı söylüyor Efendim. Fakat rahatlamayla artık tükenmişliğin arasında kalmıştım. Bu sopayla falaka beni benden aldı. Neden yeterince sabır gösteremedim? Neden dayanıklı davranamadım? Ya da acıyı güçlü bir iradeyle kaldırmak zorunda mıydım!? Dayanmaya çalışmak Efendim’e karşı gelmek demek miydi? Efendim sınırlarımı gözetmese, kontrolsüz tek bir darbesine dayanabilir miydim? Kendime değil, Efendim’e güveniyorum. Gücüm dayanıklılığımdan değil Efendim’den. Son darbeler. Sessiz ol, tut kendini diye içimden geçirmeme rağmen yine bağırdım. Yine sakinliğimi koruyamadım. Efendim, ‘Bitti’ dediğinde kendimi tamamen bırakmıştım artık.

Ağlamaya başladım. Sessizce. Falakanın acısından olmadığına iki Elif de yemin edebilir. Falakayı gözyaşlarımla arkamda bırakıyordum. Aklımda ne sopa ne de at kamçısı vardı. Ayaklarımın acısı bile umurumda değildi. Daha fazla acıyacak değildi, zamanla azalacaktı ağrısı. ‘Serbest’ bırakılmak sonsuz boşluk. Huzurdan kovulmak gibi. Bağlarım çözüldükçe ayaklarımdaki uyuşukluğu, düğümler açıldıkça kanın ayaklarıma aktığını hissediyorum. Kalkmaya çalışmak ve ilk adımlar zordu. Gözlerimdeki bağı çıkarıp koltuğa oturdum. Kendime gelmeye çalışıyorum. Yorgun düşmüştüm. Titriyorum. Efendim, yataktaki örtüyü alıp üzerimi örtüyor. O odada yangın çıksa, böyle içimi ısıtamazdı. Efendim siz Birtanesiniz!



Efendim sikini amımdan içeri soktu

Biraz dinlendim böylece. Biraz da sohbet ettik Efendim ile. Sopayla falaka yemenin ardından iyi geliyordu. Sonra, Efendim ‘Yatağa yat ve gözlerini iyice bağla’ emrini verdi. Üzerimdeki örtüyü bir kenara bırakıp yatağa uzandım. Gözlerimi hiçbir aralık kalmayacak şekilde bağladım. Gözlerimi de öyle sıkıyorum ki, sanki gözüm bağın altında açık olsa söz dinlemiyor sayacaktım kendimi. Hazırım ve ne olacağını bekliyorum. Efendim odada biraz dolaşıyor. Sonra yanı başımda pantolonu çıkardığını anlıyorum. İnip yükselen göğüs kafesimden başka hareket yok bende. Odada çıt yok.

Efendim, üzerime doğru geliyor. Kalbim dayanamayacak. kölesini kullanacak belli. İlk kez böyle. Şaşkındım beklemiyordum. Heyecanlanmıştım. Efendim’in elini bacaklarımın arasında hissettiğimde utangaçlıkla karışık bir gerilim yaşıyorum. ‘Sakin ol’ uyarısı çok yakından emrediliyor ama ne mümkün. Gözlerimin kapalı olması mahrumiyet evet. O an için saklıyor beni. Sanki tüm bedenim o bağın altında gizleniyor. Ben öyle sanıyorum tabi. Efendim sikini amımdan içeri soktu. Alarm veriliyor vücudumda, sarsılıyorum. Tek nefeslik inilti çıkıyor benden. Boynuna sarılabileceğim bir erkek değil, Efendim O benim. O yüzden ellerimi nereye koyacağını bilemedim. Karnımın üstünde öylece kaldı. köle ile kadın! Hangisi gibi davranmalı?

köle dövülerek sikilir

Aklım başka düşünüyor. Bedenim başka hissediyor. köle, zevkinin derdine düşmüş. Efendim, ayaklarıma değdirdiği şeyi soruyor. Kamçı! köle dövülerek sikilir. Efendim sikerken o ana ve o etkiye kapılmak istiyorum; kamçının darbeleriyle dağılıyorum. Acının tadına varayım diyorum. Orospu olarak kullanılırken ve kamçı ayağıma inerken. Bu kez de, Efendim’in kokusu ve nefesi beni benden alıyor. Efendim: ‘Hangi taraf?’ diye soruyor. Demirli tarafı seçiyorum. Sesim titremeden söylüyorum. Samimiyetle acıyı istedim o esnada. Falakada fazla sızlanan Elif’e olması gerekeni hatırlatmak için.

Artık orospuluğu da, köleliği de daha dolu daha yoğun yaşıyorum. Bir şey gördüğüm yoktu ama hissettiklerim daha değerliydi. Gözler, devreden çıkınca algılar her küçük detayı yakalar. Efendim’in hareketlerini zihnimde öyle yavaşlattım ki, saniyelerin bile geçişi her zamankinden ağırdı. Bu anı yaşadıktan sonra hayalimdeki görüntülerden başka bir şey kalmayacaktı. Efendim’in kendini bana daha yaklaştırdığında, kasıklarındaki teri, tenimde hissettiğimde, zorlu falaka sonrası yatakta Efendim’e orospuluk görevimi böyle tamamlamış oldum. Efendim üzerimden çekilip kalktı ama ben bir süre hareketsiz kaldım. ‘Kalkabilirsin’ izni verilene kadar. Gözlerimdeki bağı açıp ışığa alışmaya çalışırken az önce olanlardan sonra Efendim ile gözgöze geldiğimde, kendimi yaramazlık yaparken yakalanmış bir çocuğa benzettim.

Efendim’e iyice sokuldum

Gitme vaktine doğru beni iç burukluğu sardı. Konuşma sırasında, ‘Efendim, bir ricam var. Bana tokat atar mısınız’ dedim. Daha doğrusu ben demeden Efendim ricamı anladı. Tebessümle kabul etti Efendim. Sevinçle yanına gittim. Sıcacık elleriyle yanaklarımı tuttu. Gözlerimi kapattım, anın tadını çıkarmak istedim. Efendim’in eli ağırdır. Güya kendimi hazırladım bekliyorum ama hareket yok. Gözlerimi açtım. Efendim dedim. Neden vurmuyorsunuz anlamında. İçimden diyorum ki, isteğimi gereksiz buldu ya da bana acıdı. O anda, yer ayağımın altından kaydı resmen. (Bu deyimi daha önce kullandıracak bir durum hiç yaşamadım.) İki adım sağa doğru sendeleyerek güç bela ayakta kalabildim. Diğer yanağıma da kuvvetli yedim tokadı. Sonra aynı anda iki yanağımdan birden tokatlandım. Yüzümün sıcaklığı, tüm vücuduma nazaran daha fazlaydı. Dudağım patlamış. Sonradan farkettim.

Tokatların sersemliğini atlatmadan Efendim beni iyice sarhoş eden bir şey yapıyor… Kollarını açıp, ‘GEL’ diyor. İki kol! Hiç bu kadar heybetli ve şevkatli olmamıştır. Efendim’in sarılışı benden daha samimi ve sımsıkı. Ben biraz zayıf kaldım. Hem çekindim hem de rahatsız etmemek için kendimi geri tutuyorum. Her halet-i ruhiyem gibi bu durumum da farkında olan Efendim, daha iyi sarılmamı söylediğinde, Efendim’e iyice sokuldum. Zamanın durması veya ölümsüzleşmesi gereken anlardan biri. Somutlaştırıp hep yanımda taşımak istediğim güzellik. Keşke, her gün defalarca tokatlansam. Falakalardan sonra, Efendim’ in gözlerinden ve sözlerinden ilacımı alırdım. Sopayla falaka olsa bile. Böylesi bir kucaklaşma apayrıymış. Efendim’in tenine değen kıyafetindeki kokuyu solumak, içime çekmek büyük şans. Sessiz ve derin derin çektim o kokuyu. Bütün kemiklerim eridi sanki, beni birarada tek güç Efendim.

köle olmak, hiç öyle romantik bir şey değilmiş

Yok edip, sonra baştan yaratıyor. Huzurun tadını esirmediğiniz için teşekkür ederim Efendim.

Tokat konusu beni dönüş yolunda çok düşündürdü. Bunu istediğim için pişman olmadım. Seviyorum o ellerin acısını. Gözünü kapat, tokatı bekle… İstedim diye olmazmış. Beklediğim anda inmezmiş. Şundan da biraz alabilirim gibi sipariş verilmezmiş. köle olmak, hiç öyle romantik bir şey değilmiş. Soğuk bir yüzü var. Sert ve gerçek…

Efendi karşısına çıkacak kadar cesareti isterken, Efendi huzurunda zayıf durabilecek teslimiyet istiyor.

Yazımı paylaşın

Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz. - Özdemir Asaf

Yazar

Paylaşımlar

Diğer yazılarımı da okuyun :-)

köle Elif
Latest posts by köle Elif (see all)

Yazımı paylaşın

Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz. - Özdemir Asaf

Paylaşımlar

Diğer yazıları da okuyun :-)

Yorumlarınız

Düşücelerinizi paylaşın

Bildiri Gönder
Bildir
guest

40 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Inline Feedbacks
View all comments

40
0
Düşüncelerini paylaş, lütfen yorum yap.x